What is the translation of " IT DOESN'T LEAVE " in Turkish?

• bırakmıyor
• çıkmayacak
• kalmasın

Examples of using It doesn't leave in English and their translations into Turkish

It doesn't leave.
Yarayı terk etmiyor.

It sounds dirty, but… Hopefully it doesn't leave a mark.
Kulağa fena geliyor, ama… inşallah bir iz bırakmaz.

It doesn't leave this room.
Konu bu odadan çıkmayacak.

And then I always use a bag of oranges so it doesn't leave any marks.
Ve portakal dolu bir poşetle, ki iz falan kalmasın.

It doesn't leave this room.
Bu odadan dışarı çıkamaz.

When you get it take him to a good plastic surgeon so it doesn't leave a mark.
Parayı aldığınızda iyi bir doktora gidin de iz kalmasın.

Make sure it doesn't leave the reservation.
Oradan ayrılmadıklarından emin ol.

We can see it pulling on other things gravitationally, but other than that, it doesn't leave any trace that it's there.
Biz, bu şeyi, yerçekimsel olarak bir şeyleri çekerken görebiliyoruz. fakat bu şey, olduğu yerde başka hiç bir iz bırakmıyor.

I assume it doesn't leave a trail?
Bunun iz bırakmadığını sanıyordum?

It doesn't leave a lot of time for siestas.
Öğlen uykusu için pek vakit bırakmıyor.

But think of the upside… it doesn't leave you much to be disappointed in, either.
Ama bir de iyi yanından bak. Seni hayal kırıklığına uğratacak da pek bir şey kalmıyor.

It doesn't leave for another two hours, boss.
İki saat içinde yola çıkmıyor, Patron.

No, it is sort of sexy. It's very, very sexy, but it doesn't leave much to the imagination, you know?
Hayır, seksi yani, çok çok seksi ama hayal gücüne pek bir şey bırakmıyor değil mi?

It doesn't leave here, and neither do you.
Buradan çıkmayacak ve sen de öyle.

I assume it doesn't leave a trail?
Bunun bir iz bıraktığını düşünmüyorum?

It doesn't leave much to the imagination, does it?.
Hayal gücüne pek bir şey bırakmıyor.

I am sorry, but it doesn't leave me any time for reflection.
Üzgünüm artık bu refleksiyonlara daha fazla vakit ayıramayacağım.

It doesn't leave this room unless you want it to.
Sen istemediğin sürece bu odadan çıkmayacak.

I know it doesn't leave much time to row down the Hudson.
Hudsundan aşşağı kürek çekmeye, pek vakit bırakmadığını biliyorum.

It doesn't leave, uh, much to the imagination, there, chuckling?
Hayal gücüne pek yer bırakmıyor, değil mi, Fras?

It didn't leave for a couple weeks, so I bought this Eurail pass.
Birkaç hafta sonra kalkacaktı, ben de şu Eurail pasosunu aldım.

It didn't leave me.
Beni terk etmedi.

After I fired at that craft, it did not leave.
O gemiye ateş ettikten sonra kaybolmadı.

It didn't leave much time for her.
Ona çok fazla zaman kalmıyordu.

It didn't leave a crater or anything, but the force of that explosion… flattened trees for hundreds of miles.
Bir krater ya da bir şey bırakmadı. Ama patlamanın gücü yüzlerce mil boyunca ağaçları dümdüz etti.

Any useful prints. but the skin is so diseased or damaged it didn't leave Sorry. There's other dermal tissue, presumably from the killer's.
Kusura bakma. Alt deri dokusu da var, muhtemelen katile ait… fakat doku öylesine hastalıklı veya zarar görmüş ki, doğru düzgün… parmak izi bırakmamış.

Any useful prints. but the skin is so diseased or damaged it didn't leave Sorry. There's other dermal tissue, presumably from the killer's.
Üzgünüm. Başka bir doku daha var, muhtemelen katilindir, ama cilt çok hasta veya hasarlı oradan çıkmadı.

But the force of that explosion… flattened trees for hundreds of miles. It didn't leave a crater or anything.
Krater falan da düşmemiş ama o patlamanın gücü… yüzlerce kilometre ötedeki ağaçları dümdüz etmiş.

Flattened trees for hundreds of miles. but the force of that explosion… It didn't leave a crater or anything.
Krater falan da düşmemiş ama o patlamanın gücü… yüzlerce kilometre ötedeki ağaçları dümdüz etmiş.

There's other dermal tissue, presumably from the killer's, but the skin is so diseased or damaged it didn't leave any useful prints.
Başka bir doku daha var, muhtemelen katilindir, ama cilt çok hasta veya hasarlı oradan çıkmadı. başka işe yarar iz.